Gelecekte yaşanacak olan her büyük olay geçmişte planlanmıştır...
Sabahın en erken saatiydi.Her halde saat altıydı.Kalkıp ne saate bakmış ne
de her zaman yaptığım gibi perdeyi aralayıp dışarıyı izlemiştim.Uyanır uyanmaz
yastığımı dikleştirip yatağımda oturur konum almış ve gözümü sadece masada duran çizimlerime
dikmiştim.Dikkatle onları izliyor,onlarla gelecekte yapacaklarımı hayal
ediyordum.
Harika,şirin,küçük bir atölye ve ismi dünyanın dört bir yanına yayılmış
‘HAVVA’ markası.Bu ismi uzun zaman önce düşünmüştüm.Neredeyse doğduğumdan beri
bu isim kendini bana sevdirmişti.Babam beni Havva diye çağırırdı.Evde annem ve
artık ismini bile hatırlamadığım komşularım ve diğer akrabalar da bana bu ismi
yakıştırırdı. Nasıl hatırladığımı inanın bilmiyorum,ama bu ismi her duyduğumda
eskilere giderim.
Havva,Eva isminin Amerikanlaşmış versiyonu,dolayısıyla da bana yakışan
ikinci isimdi.Ama ailem öldüğünden beri kimse bana bu isimle hitap etmedi.Zaten
artık bu ismin kullanılmasını da istemiyordum.Babamın kullandığı bu ismi sadece
ünlü olunca kullanacaktım.Her kes beni bu isimle tanıyacaktı.Dünyanın ilk
kadınının ismini taşıyan kadın,aynı zamanda dünyanın en ünlü kadını olacaktı.
Yatağımda oturup sadece bunları
düşünüyordum.Çizimlerim her kes tarafından sevilmeliydi.Ama bunun tek yolu
burada kalıp Hala’ya katlanmak ve okulu bitirmekti.
Sonra dün gece olanlar geldi aklıma.Uzun zaman önce
onların-Mira’nın,Jamie’nin,özellikle de Karol’un söylediklerini kafama
takmamayı öğrenmişti.Her ne söylerlerse söylesinler bana arı vızıltısını
hatırlatıyordu.Bunu bana babam ve annem tavsiye etmişti.
Aslında bu çok uzun zaman önce olmuştu.Nerdeyse 4-5 sene önce.
15 yaşındaydım ve buraya geldiğim uzun zaman olmuştu.Yine bir gün akşam
yemeğinde çocuklar beni kızdırmak için elinden geleni yapmıştı.Mira ve Karol
bir ağızdan ne kadar küstah olduğumu ve
burda yemek yiyebilecek kadar yüzsüz olduğumu söyleyip duruyorlardı.Yemeğim
zehir olduktan sonra da ağlayarak odama koşmuştum,ama ardımdan iğrenç
kahkahalar atıp beni daha da çileden
çıkarmayı başarmışlardı.O gün geçirdiğim en berbat geceydi her halde.Yatağıma
uzandım,ama bi türlü sakinleşip uyuyamamıştım.Uzun süre ağladıktan sonra da
bitap düşüp sonunda uykuya dalmıştım.
Ve o garip rüyayı görmüştüm.Rüyamda kocaman,pespembe bi odanın ortasındaydım.Oda
o kadar pembeydi ki Barbie’yi bile kıskandıracak tarzda bir yerdi.
Duvarlarda farklı farklı modacıya,ya da ressama ait çizimler
asılıydı.Başımın üstünde ünlü modacı ve benim idolüm sayılan Coco Chanel’in
portresi vardı.Kadın arkaya attığı kolyesiyle ve asil duruşuyla rüyamda bile
tüylerimin ürpermesine neden olmuştu.Kaç kere onun gibi olmayı hayal
etmiştim.Ama sonra eskiden beri bildiğim bir kuralı hatırlıyordum: kimseye benzeme,kendin ol.Bu lafı
nereden öğrendiğime dair hiçbir fikrim yoktu.Ama aklıma o kadar kazınmıştı
ki,bu ‘kural’ın dışına çıkmaktan çekiniyordum.
Coco Chanel’in yanında köpeğiyle birlikte Valentino bile duruyordu.Ve o da
tasarımlarıyla beni hep şaşırtırdı.
Ama beni en çok şaşırtan bu modacıların ve ressamların bu odada ne
aradığıydı.Hem de tasarımlarıyla birlikte.Duvarda,her modacının yanında birkaç
çizimi vardı.O kadar harika görünüyorlardı ve o kadar kendimden geçmiştim ki
kağıt bulup çizim yapmamak için kendimi zor tutmuştum bir an.
Rüya olduğunu bilsem de o kadar gerçekçiydi ki,büyüsüne kapılmamak mümkün
değildi.Renkler ve tüm eşyalar gerçek
dünyadan fırlamış gibiydi.
Üç duvarda ünlü modacılar boy gösteriyordu.Ama karşımdaki ve önünde masa
olan duvarda asılmış portrelerdeyse incecik mankenler poz veriyor gibi
kıvrılmış,elbiselerini sergiliyorlardı.Rengarenk kıyafetlerini fark etmemek
mümkün değildi.
Çoğunun 19. Yüzyıl modası olduğunu fark ettiğimde daha çok şaşırdım.Çünkü bu
yıllar benim en sevdiğim,korselerin bol olduğu yıllardı.Elbiselerin kabarık
eteklerine hep imrenerek bakardım ve çoğunu da kendi çizimlerimde kullanmıştım.
Resimlere daha dikkatle bakınca onların kıpırdadığını,mankenlerin tek
elleriyle eteklerini tutup,diğer eliyle bana el salladığını fark ettim.O kadar
garipti ki,sanki canlıydı.
Daha yakına gidip dikkatle
baktım.Belki göz yanılgısıdır,ya da hata yapmışımdır diye tekrar tekrar
inceledim.Ama hata falan yoktu.Resimler gerçekten de hareket ediyordu.Rüyada
her şey mümkün diye düşündüm.Şaşırtıcı ama bunun aslında rüya olduğunu,uyanınca
bu güzel şeyleri belki de hatırlamayacağımı biliyordum.Ama yine de
üzülmüyordum.
Etrafı yeniden incelemeye başladım.Tam önümde,manken resimlerinin altında
üzeri benim odamdaki masa gibi tonlarca kağıt kaplı,orta boy bir masa duruyordu.Ama
bu masa benim odamdaki beyaz masadan daha büyüktü.Kağıtların yanında,masanın en
ucunda bi kalem kutusu vardı ve içinde en sevdiğim renklerden oluşan
koleksiyon duruyordu.O kalemler gel
benimle bir şeyler çiz diye bağırırken kendimi tutmam çok zor olmuştu.
Bazen çizim yaparken bir rengi almak için iki farklı kalem kullanmak
zorunda kalırdım.Tabi ki bunun da ayrı yetenek gerektirdiğini biliyordum,ama
yine de her renkte kalem olması daha harika olmaz mı sizce de?
İşte ilk bu noktada rüyada olduğum için üzülmüştüm.
Burası bi atölye diye geçirdim içimden.Bunu nasıl bildiğimi
bilmiyordum.Çünkü hiç gerçek bir atölye görmemiştim.Ama biliyordum işte.Ve
içimdeki ,ses burasının bana ait olduğunu fısıldıyordu.Burası ‘HAVVA’ydı.Benim
tek hayalim,açmak istediğim atölyemdi.Daha ilk andan,odayı ilk gördüğüm
saniyeden ona ısınmam bu yüzdendi.Burası bana ait ilk ve tek yerdi.İstediğimi
yapabileceğim,serbest olabileceğim atölyem.
Yere,duvar diplerinden ayağımın tam dibine kadar farklı renklerde kumaşlar
saçılmıştı.Çömeldim ve kumaşlara daha dikkatle bakmaya başladım.Dokundukça
elimi gıdıklayan kadife,yumuşacık ipek,hatta pamuk,her çeşitte,her renkte
kumaşlar vardı.Bütün odaya yayılmış,taa duvar diplerini kaplıyorlardı.O kadar
çoklardı ki bir kumaşın nerde bitip diğerinin nerede başladığını anlamak mümkün
değildi.
Ördek yürüyüşüyle her kumaşa tek tek dokunarak ilerliyordum.Sonra aniden
yolumu bi şey kesti.Ne olduğuna bakmak için yavaşça başımı kaldırdım.Karşımda
her halde o modacıların kendilerini görmeyi bekliyordum.
Ama karşımdaki kocaman cansız bir mankendi.Üstünde benim çizimlerimden biri
vardı. Mankenin elbisesi çizimdekinden de güzeldi.Açık mor,dar uzun bi
elbiseydi.Tek kolluydu ve kolunun üstünde parlak taşlar vardı.Bu benim en çok
sevdiğim ve üstünde sabaha kadar uğraştığım bi kaç çizimimden biriydi.Onları
özel bi poşette saklardım.Her çizimim özeldi tabi ama bazıları gerçekten de
harikaydı ve onları korumak daha önemliydi.
Çizimimin elbiseye dönüştüğünü görünce içimde bir heyecan uyandı.Kendimi
boşluktan düşmüş gibi hissettim.Sanki yüz metre yukarıdan aşağı bırakılmış ve
açılmayan bi paraşüt verilmiş gibi hissediyordum.
Mankenin sol yanında kocaman,uzun bir askı duruyordu.Dikkatle bakınca diğer
çizimlerimi de tanıdım.Burası kesin benim gelecek atölyemdi,bunu artık daha iyi
biliyordum.Kocaman bi o şeklini almış ağzımı kapatıp gülümsedim ve elbiselere
baştan sona elimi sürdüm.Hepsi harikaydı.
Evet,ama bunları kim yapmıştı?Kimsenin benim çizimlerimden haberi yoktu ki?
“Merhaba Havva.”
Odaya ve elbiselere o kadar dalmıştım ki odada başka birinin daha olduğunu
fark etmemiştim.İrkilerek arkamı döndüm.Karşımda kendime çok benzeyen yüze,aynı
kahverengi saçlara sahip biri duruyordu.Ama bu kadın benden daha yaşlıydı ve
saçları da daha uzundu.Bana inanılmaz derecede benziyordu.
Karşımda annem Rachel Demetria duruyordu.Hiç gitmemiş gibi karşımdaydı.O
kadar güzeldi ki,sanki gerçekti.Ama onun güzelliyi daha çok olgunluktan geliyor
gibiydi.Dikkatle baktım anneme.Annemi kaybettiğimde onu unutacak kadar küçük
değildim.Ama yine de hiç değişmemişti.Üzerinde onu son gördüğüm gün giydiği
kıyafetler vardı.Siyah puantiyeli koyu kırmızı elbise,siyah pabuçlar sanki
kadına minik bi kız çocuğu havası veriyordu.
O da benim kadar zayıftı,ama boyu benden kısaydı.Kahverengi saçları
açıktı.Pencerenin kenarında durmuş,elini kağıt yığının olduğu masaya
dayamıştı.Üzgün gözlerle beni izliyordu.Ama şaşkın değildi,sanki uzun süredir
beni bekliyordu.Ama ben salak gibi ne diyeceğimi bilemeden öylece
duruyordum.Şaşkınlıktan dona kalmıştım,kıpırdayamıyordum bile.Büyümüş gözlerle
9 yaşında hatırladığım anneme bakıyordum.Hala hatırladığım gibi kalmasına
şaşırmıştım.Hiç durmadan bunun bi rüya olduğunu hatırlatıyordum kendime.
Rüyaydı ve annem her an kaybolabilirdi…Rüyaydı ve annem her an yine beni
yalnız bırakabilirdi...
Anneme bi kaç adım yaklaşıp daha dikkatle baktım.Bir tülü annem olduğuna
inanamıyordum.O gülümseyince sonunda kendimde konuşacak cesareti buldum.
“Anne?Bu…sen misin?” dedim zorlukla,sonra da yutkunup daha da yaklaştım.
“Evet,benim bitanem.” Dedi annem ve beni şaşırttığı için muzip bi gülümseme
yayıldı yüzüne. “Seni uzun zamandır bekliyorduk.” Dedi annem başını yana
eğerek.Beni dikkatle inceleyip ne kadar da büyüdüğümü tartıyordu sanki.Her
halde değişmemiştim diye düşündüm.
Ama sağımda duran boy aynasına göz atınca bi kaç yaş büyük olduğumu
fark ettim.Nerdeyse 20 yaşında bi genç kızdım.Nasıl,ne zaman bu kadar büyüyebilmiştim?Ve
işin aslı,gerçekte de bu kadar güzel olabilecek miydim?Belki de güzelliğimin
sebebi annemin yanımda olmasıydı?Ya da annemin kendi hayal ürünüydüm?Beni bu
yaşta görmek istemiş ve o yüzden böyle güzel olmuştum?
Anneme dönüp tekrar konuşmaya başladım.“Ama bu nasıl olur?Sen…öldün” dedim
zorla.Kendime inanamıyordum!Yıllar sonra karşımda annem duruyordu ve ben onun
öldüğüyle ilgili konuşmayı tercih ediyordum.Ama bunu kabullenmesi bile zor
olmuştu,şimdiyse tekrar tekrar aynı şeyi yaşıyor gibiydim.Sanki birden bire
çocukluğuma dönmüştüm.Bir an hala o üzümlü kurabiyelerden yapıp yapamayacağını
soracaktım.Ama sonra bunun önemli olmadığını düşündüm.
“Ölmedim,ölmediğimi biliyorsun.” Dedi bildiğim bir şeyi bana söylemekten
mutluluk duyar gibi.Şaşkınlıkla gülümseyerek başımı salladım.Haklıydı.Ne
onun,ne de babamın öldüğüne bir an bile inanmamıştım.
“Ben neredeyim?” dedim etrafıma bakınarak.
Annem de etrafına bakındı. “Bunu bize sen söylemelisin bitanem,burası
neresi?Nereyi hayal ettin?” Sonra bana döndü ve hayran hayran gülümsedi. “Görünüşün
bile o kadar harika ki.” Sanki gördükleri onu şaşırtmamış,aksine gururlandırmıştı.
Nerede olduğumuzu bildiğini sanmıyordum.Yani burası benim gelecek
atölyemdi.Bunu annemin bilmesi imkansızdı.Çünkü ayrıldığımız zaman daha çizim
yapmayı yeni yeni öğreniyordum.Ama yüzündeki o muzip gülümseme bana bildiğini
söylüyordu.
“Burası bi atölye.Ama sanki sadece benim sevdiğim şeyler var içinde.” Dedim
emin bir sesle.Bundan nasıl emin olduğumu bilmiyordum ama burası
benimdi.Biliyordum.
“Çünki senin atölyen,ne hayal ediyorsan kendin için hayal ediyorsun
burda.Bu senin rüyan.Sana ait.” Dedi annem de sevecenlikle gülümseyerek.Sonra
üstünde benim çizdiğim elbisenin bulunduğu mankene doğru yürüyüp elbiseye
dokundu.
Haklı olduğunu anladım.Gerçekten de bunu neden daha önce düşünememiştim.Bu
benim rüyamdı ve atölyenin de benim olması normaldi.
Annem elbisenin kolundaki kaşları inceleyip tekrar bana döndü.
“Seni görmeyi uzun zamandır bekliyorduk canım.Yalnız kaldın biliyorum ama
seni hep izliyorduk.”
“Bekliyor muydunuz? Başka kim var?” dedim heyecanla.Beni seven,uzun zaman
önce beni umursayan birilerini görmeyi o kadar çok istiyordum ki aniden kendimi
eski evimde gibi hissetmiştim.
“Baban da burda,o da seni görmeyi çok istiyor.Şu anda küçük bi işi var.”
dedi annem ve tam lafını bitirmişken odanın kapısı açıldı ve uzun boylu,hafif
yapılı,annemin yaşlarında bir adam içeri girdi.
Onu da tanımam uzun zamanımı almamıştı.Bu benim babam Calvin Demetria’ydı.O
da bana benziyordu.Onunki gibi toprak rengi gözlere ve kahveyi andıran saçlara
sahiptim.Annemle babamın saçları aynı renkti.Bu zamana kadar bunu hiç fark etmemiştim.
“Rachel nerde kaldı,hani gelirdi?İşler çığrından çıkmadan gelse artık.İnan
bana onu daha fazla kandıramayız.” Dedi anneme bakmadan.Beni fark etmemişti
bile.Elinde tuttuğu kağıtlarla ilgileniyordu.Annemden ses çıkmayınca bi terslik
olduğunu anlayıp başını kaldırdı ve beni bi kaç saniye şaşkın gözlerle izleyip
sonunda “Havva’m” diye bağırdı gür bi sesle ve kocaman gülümsedi.Annem de onun
bu mutluluğuna katılırcasına kenarda gıptayla bizi izliyordu.Babama kocaman
gülümseyip küçük bi çocuk gibi ellerimi çırptım.
Biz üç Demetria,ne kadar da bir birimize benziyorduk.
Babam elindeki kağıtları masaya bırakıp bana yaklaştı,o da annem gibi beni
birkaç saniye inceledi.
Sonunda merak ettiğim soruları sormaya başladım.
“Baba burası neresi?Kimleri durdurmaya çalışıyorsunuz?Sorun ne?” dedim nefes
bile almadan.Her an uyanabileceğimden korkuyordum.Sorularımı sorup,burda ne
aradığımı bilmek istiyordum.Ve babamın neyle karşı karşıya olduğunu.Belli ki
bir tehlikeyle karşı karşıyaydılar.Bunun bir rüya olduğunu bilsem de onlar için
endişelenmiştim.Sanki gerçekten başlarına bir şey gelecekmiş gibi kendimi
rahatsız hissetmiştim.
Babamsa bunlar önemli değilmiş gibi kafasını iki yana salladı.Sanki bu
konuşmayı uzun zaman önce düşünmüştü ve tek bi kelimesini bile kaçırmak
istemiyordu.
“Ben ve annen şu an için önemli değiliz.Şu an önemli olan sensin.Seni
yalnız bıraktık biliyorum bitanem.” Dedi üzgün ve telaşlı bi sesle.
Ben de onu endişelendirmek istemeyip “İyiyim ben,mutluyum.” Dedim
gülümsemeye çalışarak.
Ama babam yalan söylediğimi biliyor gibiydi. Başını hızla iki yana salladı.
“Hayır bitanem iyi olmadığını biliyoruz.Annen de ben de seni uzun zamandır
izliyoruz.Neler yaşadığını görüyoruz her gün.” Dedi üzgün bi sesle.Her şeyi
biliyorlar mıydı?!Beni izliyorlar mıydı?!O zaman neden hiç bi şey yapmadınız
demek geldi içimden,ama onları üzmekten ve bi daha görüşemeyeceğimizden korkup
sustum.Çünkü bu rüyanın son olmadığını biliyor gibiydim.
“Önemli değil.Ben…ben gayet iyi
dayanıyorum.” Dedim zorlukla ve gözlerimi kaçırdım.
“Bitanem buna gerek yok.” Dedi annem ve yaklaşıp başımı okşadı. “Sen
bunların hiç birini haketmiyorsun.”
“Anne tamam,ben iyiyim.” dedim ısrarla.Konuyu değiştirmek,onlar hakkında
konuşmak istiyordum ama annem ısrarla devam etti.
“Özür dileriz bitanem.Sen bunların hiç birini haketmedin.” Dedi.Yüzü acı
doluydu ve söylediklerinde samimi olduğu da açıktı.Ama yine de onlara kızmadan
edemiyordum.
“Ama ne yapa bilirim ki?Başka kimsem yok.Okulu bitirene kadar orada
kalmalıyım.” Dedim bi hışımla.Artık sinirlenmeye başlıyordum.Ne
sanıyorlardı?Aynı anda hem çalışıp hem okuyacağımı,ayrı bi ev bulup yalnız ve
özgür olacağımı falan mı? “Madem beni o kadar umursuyorsunuz,neden beni de her
neredeyseniz oraya götürmediniz?!” dedim aniden.Yüzlerine bakıp bir tepki
bekledim.Bana yapacakları bir açıklama mutlaka olmalıydı.
Annem başını tekrar iki yana salladı.“Yapamazdık.İnan ki yapamazdık.Zaten
kendi isteğimizle burada değiliz.Biz…”
“Rachel,hayır…” deyip sustu
babam.Kaşlarını çatarak anneme bakıyordu.Sanki söylememesi gereken bir şeyi
söylemişti annem.
“Tamam tamam,Calvin.Ama eninde sonunda anlatmamız gerek.”
“Ama şimdi değil.” Diye babam itiraz etti.
Annemse onu dinlemiyordu.Çoktan benimle konuşmaya başlamıştı.
“Bi yolu var.İnan bana oradan kurtulabilirsin.Hem de okulu bitirmeden
önce.Hayat ve doğa sana yeteneklerini sunduğunda her şeyi düşünmüş olmalı.Seni
o kadar mükemmel bi şekilde koruyor ki.” Dedi annem aceleyle.Sanki artık vakit
daralıyordu.Bir an önce her şeyi söylemeye can atıyor gibiydiler.
Babam bi kaç adım daha yaklaştı ve konuşmayı o devraldı.
“Sen hep çiz kızım.Güven bana.Sadece çizimlerine devam et.Onlar
kurtulmanın,yeni ve mutlu hayatının tek yolu.Özgürlüğün onların elinde!Sakın
çizmeyi bırakma!” dedi babam alelacele ve dönüp kapıya baktı.Sanki şimdi
açılacak ve bu rüyayı bozacak diye korkuyordu.
Sonunda oda silikleşmeye,bulanıklaşmaya başladı.Annem ve babam bozuk
televizyon ekranı gibi gidip geliyordu.Korktuğum gibi babam ve annem tekrar
beni bırakıyorlardı.
Kaybolmadan önce babamın söylediği tek bi söz kaldı aklımda “Üç taş,o üç
taşı koru kızım.Onlar çok önemli!” diyordu babam bağırarak.
Uyandığımda güneş yeni doğuyordu.Odamdaydım ve yatağımı darmadağın
etmiştim.Sol elimin yüzük parmağı fena halde acıyordu. Bu babamın hediyesi olan
yüzüğü taktığım parmağımdı.Kaldırıp baktım.Yüzüğü hafifçe yerinden
oynattım.Sanki yapışmıştı.Hafifce de acıyordu.Bir kaç dakikalık uğraş sonunda
kopup kıpırdadı.Çıkarıp bakınca yerinde iz olduğunu gördüm.Yüzük elimi
damgalamış,yakmıştı…
Şimdi güneş tekrar aynı sıcaklıktaydı,aynı şekilde parlıyordu.Bunları
hatırlayınca tekrar üzerinde düşünmeye başlamıştım.
Neden 5 sene boyunca bi daha o rüyadan hiç görmedim?Oysa annemi ve babamı
tekrar göreceğime emindim.Belki de artık kurtarılamayacak durumda olduğumu
düşünüp benden umudu kesmişlerdi,kim bilir?
Ayrıca babam kimleri durdurmak zorundaydı?Başı dertte olabilir
miydi?Bildiğim kadarıyla annemin ya da babamın düşmanı falan yoktu.Hiç bir
zaman onları akrabalar,ya da komşularla kavga ederken görmemiştim.Gerçi annemin
akrabalarını tanımıyordum ama,bazen okul arkadaşlarını falan
görürdüm.Yanaklarımı mıncıkladıklarını ve beni eğlendirdiklerini hatırlıyorum
arada.Ama babam hiç sorun çıkaran bir tip değildi.Hatta evde bile sesini
yükselttiğini duymamıştım.Peki kim babamın başını derde sokabilirdi ki?
Hem neden babamın hediyesi olan yüzük elimi yakmış,neredeyse dağlamıştı?
Bu yüzüğü aldığımız günü iyi hatırlıyordum.
Yine bir yaz günüydü.Babam anneme doğum günü için yeni bir mücevher takımı
almayı düşünüyordu ve benim zevkime de her zaman güvenirdi.O yüzden beni de
yanına alıp o gün bütün mücevher dükkanlarını gezdirmişti.Parlayan,göz alıcı
takılar arasında sonunda güzel bi takım bulmuştuk.Bu annemin de hoşuna
gidecekti.Ama eve yetişmemize az kalmıştı ki babam açık pembe,kurdeleli,küçük
bir kutuyu cebinden çıkarmış ve bana uzatmıştı.
“Bu da bana yardım ettiğin için sana küçük bir hediye.” demişti
gülümseyerek.Bu hediyenin amacını sorgulamamıştım bile.Çünkü babam bana hep
böyle küçük sürprizler yapardı.Kutuyu açıp üzerinde parlayan üç tane taşıyla şu
anda parmağımda duran yüzüğü elime almıştım.O gün bu gündür hiç parmağımdan
çıkarmamıştım.Tabi bi kaç kez Hala’nın yaptıklarını saymazsak.Ama yüzük her
zaman bana bi şekilde geri dönmüştü.Her şey gibi bunu da fazla sorgulamamıştım.Ama ortada bir gariplik vardı.
Ve babamın o yüzüğü aldığını görmemiştim.Benim yanımda alsaydı
fark ederdim.Hadi diyelim benden gizli aldı,ben görmedim.Ama yanımdan da hiç
ayrılmamıştı.Bundan emindim.
Bunları düşünürken aklımı başka bi şey daha kurcalamaya başladı. Babamın
bahsettiği şeyi,onun son sözlerini hatırlamaya çalıştım. ‘Üç taş’ demişti
babam.Peki bu üç taş neydi?Neyi korumam gerekiyordu?Ne işe yarıyordu bu üç taş?Doğrulup
yastığımı daha da şişirdim ve gözümü
tekrar çizimlerime dikip düşüncelerime devam ettim.
Cevapları bulamadığım sorular hep vardı zaten.Orada durup beynime baskı
yapmaktan başka bir işe yaramıyorlardı.
Yatağımda doğrulup saatime göz attım.7 buçuk…Okula gitmem gerekti ve
düşüncelerle asla bi atölye açamazdım.Okulu bitirmeliydim.
Ayağa kalkıp diğer eşyalarım gibi beyaz ve sade olan dolabıma yürüdüm.Dolapta
birkaç dakika oyalandıktan sonra,sade kot pantolonum ve mavi bluzumda karar
kılmıştım.
Üstümü giyinip aynada kendime göz attım.Saçlarımı düzelttim ve yeni çizimim
Adisson’la birlikte kalemimi çantama atıp evden çıktım.Kalan şeyler çantadan
hiç çıkmazdı nasıl olsa.Yeni çizimimiyse bu gün bana dersi olan resim
öğretmenime göstermeliydim.Bu çizimlerimden ve neler yaşadığımdan bi tek o
anlıyordu sonuçta…
Çantayı çapraz bi şekilde boynuma asıp kapıyı açtım ve odama son bi kez göz
atıp dağınık bi şeyler bırakmamaya dikkat ettim.Hala bundan hiç hoşlanmazdı
sonuçta.
Aşağı inip sokağa çıktım ve okula giden sokağa saptım.Bu gün kahvaltı
etmeyecektim,günümü bozmak istemiyordum.
Evden bi kaç adım uzaklaşmıştım.Sokak garip bi şekilde sessizdi.Ama bu ola
bilirdi.Ben de bunu tercih ediyordum zaten.
Tam o anda yakından,çok yakından garip fısıltılar gelmeye başladı.Önce
ağaçlardan gelen her hangi bir böceğin sesi olduğunu sanıp yoluma devam etsem
de sonradan fısıltılar daha da arttı.Sanki kulağımın dibinde cırcır böceği
varmış gibi ses geliyordu.Adımlarımı yavaşlatıp ses çıkarmamaya çalışarak
dinlemeye başladım.Ses sanki yakında bi yerlerden geliyordu.Ama bi türlü nereden
geldiğini bulamıyordum.Yavaş ve sessiz adımlarla kendi etrafımda dönüp etrafa
bakındım.Ama ses gerçekten de yakından geliyordu,hatta sanki kendi üstümden bi
yerlerden.Bi kaç dakika daha dinledim.Taa ki fısıltıların kendi çantamdan
geldiğini anlayana kadar…
Tüm hakları saklıdır ©
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder